Sudur Teorisinin Gelişimi




Sudur Teorisinin Gelişimi

 

Aristoteles Platon’un idea teorisinin ay altı dünyayı açıklamaktan yoksun olduğunu düşündüğünden hem ay altı hem ay üstü dünyayı kapsayacak bir teori geliştirme yoluna gitmiştir. Aristoteles bu bağlamda madde ve form ikilisini ortaya koymuştur. Bu teori sadece ay altı ve ay üstü alemi kapsamakla kalmamış aynı zamanda insan ve Tanrı arasındaki mantıksal bağa da işaret etmiştir. Ancak madde-form ikilisi ve Tanrı’dan oluşan bu sistem mantıksal çelişkiler ve tutarsızlıkları da beraberinde getirmiştir. Özellikle Tanrı’nın varlığı üzerine yapılan incelemelerde bu çelişki ve tutarsızlıklar bariz şekilde kendini göstermiştir. Madde formsuz bir potansiyel olarak düşünülebilirken Tanrı maddesiz bir form olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle Tanrı’nın varlığı maddeden tamamen bağımsızdır. Bu durumda varlığın değil gerçekliğin ön planda olduğu sonucuna varılmaktadır. Bu da “kendinde var” olmayan bir varlığın diğer varlıkları nasıl meydana getirdiği sorusunu beraberinde getirmiştir. Plotinus Aristoteles’in sisteminde bu mantıksal çelişkiyi ve tutarsızlığı fark etmiş ve taşma (sudur, eklampsis) olarak adlandırdığımız Yeni Platoncu bir teori ortaya koymuştur. Bu teori özellikle semavi dinler ve nazari tasavvuf doktrini üzerinde etkili olmuş, İslam filozoflarının birçoğu Plotinus’un taşma teorisini baz alıp kendi Tanrı-alem-insan ilişkisini kurmuştur. Plotinus’un ortaya attığı taşma teorisinin temeline baktığımızda Pre-Sokratik felsefedeki arkhe meselesi, temel ilke ve çokluktaki birlik arayışı yattığını görmek mümkündür. Plotinus öncesi, Plotinus ve onun teorisini izleyen çoğu filozofun temel dayanağı “birden bir çıkar” ilkesi olmuştur. 

 

Sudur Teorisi Nedir?

 

Platon’dan etkilenen Yeni Platoncu filozof Plotinus varlık hiyerarşisi kavramını benimsemiştir. Ona göre varlık aşamaları vardır: Birinci aşama tam ve mükemmel olan İlk İlke veya Hen/Bir’dir. Bu İlk İlke kendi doğasında tam ve mükemmeldir. Diğer varlık aşamaları bu tam ve mükemmel İlk İlke’den kaynaklanmaktadır. Plotinus’a göre Hen/Bir tam ve mükemmel olduğu için varlık ondan sudur etmekte, taşmaktadır. Fakat sudur etme yani taşma olayı Bir’den/Hen’den hiçbir şey eksilmeden meydana gelmektedir. Nasıl ağzına kadar su dolu bir kaba biraz daha su eklenirse eklenen su miktarı kadar su dışarıya taşar fakat kaptan su eksilmez ise Hen/Bir’den taşan varlık da böyle görülmüştür. Plotinus bu konuda gebe bir kadın örneğini vermiştir: Bir kadın doğum yapıp varlığa yeni bir var olan getirdiğinde nasıl ondan bir şey eksilmiyorsa Hen/Bir’den de bir şey eksilmemektedir. Ayrıca Plotinus bu bağlamda Hen’in/Bir’in varlıkla ilişkisinin vazgeçilemez bir ilişki olduğunu da göstermektedir zira gebe bir kadın çocuğunu doğurmak zorundadır, bu geri döndürülmez bir süreçtir.

 

Bu konuda farklı bir örnek olarak Platon’un Devlet diyalogunda verdiği ve Plotinus’un kullandığı Güneş örneği verilmektedir. Güneş ile Güneş’in ışıması arasında bir mesafe olmadığı gibi (yani güneşin varlığı ile ışınlarının varlığının eş zamanlı olması gibi) tam ve mükemmel olan Hen/Bir’den varlık taşmaya başlar çünkü kendisi tam ve mükemmeldir. Artık bu mükemmelliğin üzerinde başka bir nokta yoktur ve tam ve mükemmel olan Hen/Bir varlığını bu ışınlar gibi ortaya sermek istemektedir. Güneş örneği Plotinus’un İlk İlke veya Bir’i olarak düşünülebilir. Güneş kendi doğasında tam ve mükemmeldir ve ışınlarını da öyle yaymaktadır. Diğer varlık türleri de bu tam ve mükemmel İlk İlke’den kaynaklanmaktadır. Eğer Güneş ortadan kaybolursa ışınları da kaybolacak ve evren karanlığa boğulacaktır.

 

Plotinus’a göre maddi dünyadaki nesneler daha düşük bir varlık seviyesinde yer alırken ruhsal ve metafizik dünyadaki nesneler daha yüksek bir varlık seviyesine sahiptir. Plotinus maddi dünya nesnelerinin İlk İlke’nin ışığının yansıması yoluyla var olduğunu düşünmektedir. Bu nedenle cansız varlıkların bile İlk İlke’nin yansıması olarak var oldukları söylenmektedir. Plotinus alemi yüce ve bayağı olarak ikiye ayırır. Yüce alemde sırasıyla: Hen/Bir ondan taşan akıl (nous) ve nefis (psukhe) vardır. Bayağı alemde ise sırasıyla insan, hayvan, bitki ve nihayet cansız varlıklar vardır. Güneş benzetmesine devam edersek: Işığın en mükemmel, en keskin olduğu yerler ilk yerlerken mükemmellikten nasibini almamış olanlar ise cansız varlıklardır.

 

Dolayısıyla Plotinus’daki varlık sıralamasında üstte olan alttakinde daha çok var gibi görünmektedir ve bu doğru bir izlenimdir. Plotinus’a göre varlık taşmaktadır, madde ise bunu beklemekte ve şekil almaktadır. Ancak madde şekil alırken seviyesi ve pozisyonuna şekil göre almaktadır. Eğer bir maddenin taşıyabilme kapasitesi diğer maddelere oranla daha yüksekse varlıktan daha çok pay almaktadır. Bu şu benzetme ile ifade edilebilir: Bir cep telefonu standart bir ev prizine takıldığı taktirde sorunsuz bir şekilde şarj olacaktır fakat aynı cep telefonu sanayi elektriğine takılacak olursa yanacak, kül olacaktır.

 

Bunun yanı sıra: Aristoteles’in İlk Hareket Ettiricisi alem ile kopuk bir ilişki içindeyken Plotinus’un Hen/Bir olarak ifade ettiği Tanrısı tam tersine devamlı canlı bir ilişki içerisindedir. Örneğin bir çocuğun dünyaya geliş nedeni anne ve babası olabilir fakat -Güneş’in ışınlarına dair verilen örnekteki gibi- sebeplilik zinciri nedeniyle her şey Hen/Bir ile temas halindedir, onun teması olmayan hiçbir şeyin varlık nedeni de meydana gelemez. Dolayısıyla her şeyde bu ilk sebebin tesiri vardır. Eğer Güneş ortadan kalkarsa ışınları da kalmayacaktır (ya da Güneş tüm nesnelerin üzerindeki ışımanın asıl kaynağıdır da diyebiliriz). Telefon örneği üzerinden gidersek: Bir cep telefonu evdeki priz ile şarj ediliyor olabilir fakat o elektriğin geldiği daha genel daha büyük bir kaynak vardır ve bu nedenle ara sebepler ana nedenle karıştırılmamalıdır.

----------------- 

 

* Yeni Platoncular negatif teoloji taraftarıdır. Negatif teoloji Tanrı’nın ne olduğunu değil ne olmadığını söylemek üzerine kurgulanmıştır. Zira kullandığımız adlar ve sıfatlar diğer varlıklar için de kullanılabilmektedir ve bunların Tanrı’ya yakıştırılması uygun değildir. İslam dininin bir mezhebi olan Mutezile ve Yahudiler de benzer şekilde bu tenzih fikrini benimsemiştir. Yahudiler Tanrı’nın adını boş yere anmanın doğru olmadığını, Tanrı’nın adını boş yere anmaktansa “ya hu” anlamına gelen Yehova sözcüğünün kullanılmasının daha uygun olacağını düşünmektedirler. Dolayısıyla bu türden bir tenzih fikri açısından Tanrı’ya sadece “o” denilmelidir hatta sadece işaret etmek ile yetinmek daha uygundur.

 

Enneadlar:

 

Enneadlar, Plotinus’a ait olan ve dokuz kitaptan oluşan felsefi bir eser dizisidir. Bu eser Platoncu felsefenin Yeni Platoncu okulunun kurucusu olan Plotinus’un felsefi düşüncelerini ve teorilerini içermektedir. Plotinus’un felsefesi Platon’un idealar kuramına dayanmakla birlikte onu yeniden kurgulanıp yorumlanarak geliştirilmiş halidir. Bu eser Plotinus’un öğrencisi Porfiryus tarafından Plotinus’un vefatından otuz yıl sonra “Plotinos’un Hayatı ve Eserlerinin Tasnifi” başlığı altında yayınlanmıştır. Kindi, Aristoteles’e atfedilen fakat ona ait olmayan Enneadlar’ın özeti niteliğindeki “Üsûlûcyâ” (Teoloji) adlı eserin Arapça tercümesini yaptırmış ve konunun ilgililerine felsefi bir kaynak sunmuştur. (Proklus’un bir metni de -Liber de Causis, Sebepler Kitabı- Aristoteles’e atfedilmiştir.) Kindi’nin Enneadlar’ın özeti şeklinde çevirttiği Üsûlûcyâ zamanla Aristoteles’in Organon eserinin önüne geçmiş ve “Aristoteles’in Teolojisi” olarak sunulmuştur. Ancak buna rağmen klasik dönemde Plotinus’a hiç atıf olmamıştır. Eser Grekçeden Arapçaya çevrilmişse de günümüze Üsûlûcyâ’nın Grekçe versiyonu ulaşmamıştır. Benzer şekilde İbn-i Rüşd’ün eserleri Latince ve İbranice olarak hayatını sürdürmekteyken bazı Yunan düşünürlerinin eserleri de Arapçadan çevrilmiştir, aslı bulunmamaktadır.

 

İslam Filozofları ve Sudur Teorisi:

 

İslam filozofları Plotinus’a ait olan fakat Aristoteles’e atfedilen pseodo metinleri fark etmişlerdir. Ancak Aristoteles’in evren modelinde Tanrı alemle tamamen dışsal bir şekilde bağlantı kurduğu, Tanrı, insan ve birey ilişkisinin hiçbir şekilde mümkün olmadığı ve son derece mekanik bir evren modeli olduğundan yani kul ve Tanrı ilişkisinden bahsetmek mümkün olmadığından İslam teolojisi açısından bir sorun teşkil etmiştir. Zira Aristoteles’te sadece alem vardır. Bunun yanı sıra Plotinus’un evren modeli, içerik, açıklama kuvveti ve Tanrı-alem ilişkisini kurma şekli bakımından İslam inanışına daha yatkındır. Plotinus’ta taş, toprak bile Hen/Bir’e bağlanmıştır ve hiçbir kopukluk bulunmamaktadır. Bu nedenden ötürü İslam filozofları Aristoteles ile Plotinus’un metinlerini bir görme eğiliminde olmuşlardır. Farabi’den itibaren metafizik teorileri tamamen Sudur teorisi üzerine kurulmuştur. İbn-i Rüşd pseodo metinlerden atıfla Aristoteles’in böylesi bir evren modeli olamayacağını öne sürerek Sudur teorisini eleştirmiştir. Çünkü İbn-i Rüşd Meşşai çizgideki bir filozof olmasına rağmen Aristoteles’in mekanik evren modelini benimsemesi mümkün değildir. Bu nedenle İbn-i Rüşd, Farabi ve İbn-i Sina’yı mekanik oluşum süreci ortaya atan bir filozofun peşinden gittikleri için eleştirmiştir. Zira bir İslam filozofunun mekanik bir oluşum sürecini kabul etmesi onaylanamaz bir durumdur. İbn-i Rüşd devamında farklı bir açıklama modeli olan “sürekli yaratma” teorisini savunmuştur.

 

İbn-i Arabi:

 

İslam filozofları Meşşai çizgide ilerlerken 12’nci yüzyılda İbn-i Arabi Meşşai ve kelâmî çizgiden farklı olarak ortaya üçüncü bir yol, yeni bir Tanrı tasavvuru koymuştur. Bu yol, tasavvur genellikle dini bir öğreti olarak algılanan Vahdet-i Vücuttur. Esasında bu öğreti Yeni Platonculuk ile benzerlik gösteren, evreni açıklayan bir metafizik teoridir. Tanrı’nın evren ile sürekli bir ilişki halinde bulunması ve ilişkide hiçbir şekilde kopukluk olmaması bu iki görüşün ortak noktalarıdır. Vahdet-i Vücut teorisi Yeni Platonculuktaki bir sorundan ortaya çıkmıştır: Var eden var ettiğini bilir mi? Eğer Tanrı var ettiğini bilir ise Tanrı’nın hiçbir şeyi yaratmadan önce önsel olarak bir bilgi durumuna sahip olması gerekmektedir zira aksi halde Tanrı’nın zihninde epistemolojik düzeyde var olan varlıkların yok olduğunu söylemek gerekecektir. Bu da esasında Tanrı’nın var ettiğini bilmediği anlamına gelmektedir. Öyleyse bu bilgiler neredeyse Tanrı ile eş zamanlı var olmuş olmak zorundadır. Vahdet-i Vücut böylesi bir soruna yanıt vermekte ve yeryüzünde var olan her şeyin istisnasız Tanrıyla birlikte var olduğunu söylemektedir. Fakat bu İslam geleneği açısından bir sorun oluşturmaktadır: Böylesi bir evren içerisinde Tanrı’yı inkâr etmek mümkün müdür? Bu, İslam’ın “dileyen insansın, dinleyen inkâr etsin” ilkesi ile çelişir gibi görünmektedir. Diğer yandan Arabi’nin teoremi Tanrı’nın varlıklardan bir varlık olması sorununu ortadan kaldırmaktadır. Bu sorun şudur: Eğer Tanrı varlıklardan bir varlık ise bu, varlık kümesinin Tanrı’yı da içine alan ve dolasıyla Tanrı’dan daha önsel-geniş bir kategori olduğunun kabul edilmesini de beraberinde getirecektir. Bu da Tanrı’dan daha büyük, Tanrı’dan daha kapsamlı bir şeyin oluşmasına neden olacaktır. Bu ise ilk bakışta İslami açından kabul edilemez bir varsayım gibi görünmektedir. Fakat Arabi’nin teoreminde böylesi bir sorun ortaya çıkmayacaktır. Yani Arabi’nin teorimi bu soruna da bir açıklık getirmektedir. Zira Tanrı varlığa, varlık da Tanrı’ya eşittir. Fakat bu da insan dahil her varlığın Tanrı’nın zihnindeki simülasyon olduğu düşüncesini, sorununu meydana getirecektir. Dolayısıyla bir insanın “ben” diyebileceği hakiki mevcudiyeti ortadan kalkacaktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

19 Sistemi Nedir? - Eleştiriler ve Cevaplar

Kuran'da Faiz Haram Mı?