Dil Devrimi Hakkında Atatürk Dönemindeki Görüşler
Bir akşam Atatürk, sofra bittikten sonra, yanı başındaki iskemleye oturmamı
emretti. “Dili bir çıkmaza saplamışızdır.” dedi. [1]
Dil
kılavuzu çıktı ama, kimseyi tatmin etmiyordu. Atatürk bir gün: “İsmet Paşa’yı
gördüm, konuşamıyoruz, dilsiz kaldık. Bu kadar çalıştık, yalnızca küçük bir
kılavuz çıkarabildik.” dedi. [2]
İki şeyde inkılap olmaz: “dilde ve musikide!” [3]
Atatürk’ün bu sözlerinden görüldüğü üzere Türkçe içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Buna paralel olarak Atatürk’ün Dil Devrimi ısrarı gittikçe yumuşamış ve zamanla son bulmuştur. Peki Türk Dil Devrimi neden çıkmaza girmiştir? Atatürk’ün söylediği gibi dilde devrimin tatbiki mümkün değil midir? Dil Devrimi, Türk dilini geliştirmiş ve zenginleştirmemiş midir?
Öncelikle Harf Devrimi ile Dil Devrimi’nin aynı şey olmadığını söylemek gerekiyor, ikisi çok karıştırılmaktadır. Harf Devrimi ile Latin harfleri esas alınarak yeni bir Türk alfabesi oluşturulurken, Dil Devrimi ile yabancı kökenli kelimelerin değişimi, tasfiyesi ve yeni kelimelerin üretilmesi amaçlanmıştır. Dil Devriminin esas amacı, Türkçe yazı dilini konuşma diline uyarlamaktır. Osmanlıcada halk diliyle seçkin dili arasında büyük bir fark vardır. Yapılması gereken şey, halk dili ve elit dilini birbiriyle kaynaştırmaktır. Fakat seçkin dili doğrudan çöpe atılmıştır. Kültürel anlamda bir travma yaşanmıştır. [4]
Dilde sadeleşme ve özleştirme hedefi büyük bir hevesle başlamıştır. CHP’nin 1935 tarihli programında yer alan bazı kavramlar şunlardır: “törütgen yetkiler, irde kaynağı, özgür ertik sahipleri, kınavlar arasındaki uyum, yoğaltmanlar arasında asığ kavgaları, çıkat tecimi için kipleştirmek, hayvan yeğritimi, taplamak, tutaklar ile kapsıkları ayırmak, klas kavgası ergesi, şarbaylıklar, arsıulusal ergeler” [5]
Türkiye’ye gelen İsveç prens ve prensesinin onuruna 1934’te verilen bir yemekte Atatürk’ün yaptığı konuşma olay olmuştur. Konuklarına baştan aşağı öz Türkçe sözcüklerden oluşan bir konuşma yapmıştır: “Avrupa’nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar; onlar, bugün en güzel utkuyu kazanmıya anıklanıyorlar: baysal utkusu!” [6]
CHP programı ve özel akşam yemeğindeki seçilen kelimelere bakacak olursak, Dil Devriminin amacından saptığını açıkça görebiliriz. Çünkü bu kelimeler Türkçeyi halk diline yaklaştırıcı nitelikten çok uzaktır. Dil, birlik kuracağı yerde iletişim aracı olmaktan çıkma noktasına gelmiştir. Türkçeyi sadece Türkçe kökenli sözcüklere indirgeme çabası ideolojik bir cinnetin ürünüdür. Osmanlı’nın çöküşüyle beraber uyandırılmak istenen milli bilinçte aşırıya kaçılmış ve dilde ırkçılık doğmuştur.
Atatürk derslerde okutulmak üzere hazırlanan Medeni Bilgiler kitabında, kendilerine Türklük fikri dışında kimlikler arayacak olanları şöyle nitelemiştir: “Bugünkü Türk milleti camiası içinde, kendilerine Kürtlük, Çerkeslik, Boşnaklık ve hatta Lazlık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış tevsimler (adlandırmalar) birkaç düşman aleti mürteci ve beyinsizden başka hiçbir millet ferdi üzerinde üzüntüden başka bir tesir hasıl etmemiştir.” [7]
Atatürk her ne kadar bu ülkenin kuruluşunda emeği geçenleri Türklükte birleştirmek istese de önünde çok uluslu bir Osmanlı halkı vardır. 1935 istatistiklerine göre Türkiye’de; Türkçe: 13.899.073 kişi, Kürtçe: 1.480.246 kişi, Arapça: 153.687 kişi, Yunanca: 108.725 kişi, Çerkesçe: 91.972 kişi, Lazca: 63.253 kişi, Ladino: 42.607 kişi, Ermenice: 57.599 kişi, Gürcüce: 57.325 kişi tarafından konuşulmaktaydı. [8]
Lozan Barış Antlaşması uyarınca Türkiye, tüm yurttaşlarına anadillerini kullanma konusunda güçlük çıkarmamayı taahhüt etmiştir. Antlaşmanın 39. maddesinde bu durum şöyle açıklanmıştır: “Herhangi Türkiye tebaasının münasebat-ı hususiye veya tüccariyede, herhangi bir lisanı serbestçe istimal etmesine (kullanmasına) karşı hiçbir kayıt vazedilmeyecektir. (ortaya konulmayacaktır)” [9] Lozan’a uyulmadı. Önce Nisan 1926’da “iktisadi müesseselerde mecburi Türkçe kullanılması hakkında kanun” meclisten geçti. [10] Ardından 1934 yılında İskan Kanunu kabul edilerek yürürlüğe girdi: “Türk kültürüne bağlı olmayanlar veya Türk kültürüne bağlı olup da Türkçeden başka dil konuşanlar hakkında askeri, siyasi ve içtimai sebeplerle, lüzumlu görülen tedbirleri almağa mecburuz. Toptan olmamak kaidesiyle başka yerlere nakil ve vatandaşlıktan ıskat etmek (düşürmek) de bu tedbirler içindedir.” [11]
1928’e gelindiğinde Dil Devrimindeki arzu, basının ve gençlik örgütlerinin başını çektiği bir kampanyaya dönüşmüştür: “Vatandaş! Türkçe konuş!” [12] Bu kampanya sırasında bazı ilçelerde Türkçe dışında başka bir dil konuşan insanlara çeşitli para cezaları verilmiştir. [13] Para cezalarını izleyen dönemde uyarılar dozunu artırarak şiddet boyutuna varmıştır. [14] Bu tutum, yalnızca gayrimüslim yurttaşlarla sınırlı kalmamıştır. Lazcanın konuşulduğu yörelerdeki okullarda, bir eğitsel kol olarak “Lazca konuşanlarla mücadele kolları” oluşturulmuş; Lazca konuşan öğrenciler baskı ve şiddet görmüştür. [15]
Devletin, yaklaşık 1.5 milyon vatandaşının konuştuğu Kürtçeye yaklaşımı nasıldı? Yok saymak. Diğer dillerin hiçbiri için yok hükmü verilmezken, Kürtçe diye bir dilin olmadığı savı çok uzun bir süre devlet politikası olarak kabul edilmiştir. Hatta Birinci Türk Dili Kurultayı’nda Kürt diye bilinen bir ırkın mevcut olmadığı söylenmiştir. Kürtçe için “medeni olmayan kabileler tarafından konuşulan dil” ifadesi geçmektedir. Doğu’da Kürtçe konuşanlar para cezasına tabi tutulmuş, hapse atılmıştır. [16]
Atatürk, Dil Devrimi için “ülkesini ve yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” [17] demektedir. Fakat her ne hikmetse Batı kökenli sözcükler “yabancı” olarak görülmemiştir. Atatürk, 1935’teki TBMM konuşmasında, yıllardır dilimizde yeri olan Türkçeleşmiş sözcükler yerine, Batı dillerinin kelimelerini kullanacaktır: asri yerine modern, cemiyet yerine sosyete, iktisadi yerine ekonomik, akılcı yerine rasyonel gibi. [18]
Dilde özleştirme çabaları bambaşka bir yöne evrilmiştir. Avlanacak sözcükler arasında batı kökenlilerden ziyade Arapça ve Farsça kelimeler ağırlıktadır. Yabancı damgası yalnızca doğulu sözcüklerin boynuna vurulmuştur. Örneğin, Arapça olan şeref kelimesi yerine Fransızcadan onur kelimesi getirilmiştir. Cemiyet için sosyete, müspet için pozitif, meclis yerine parlamento kelimesi Fransızcadan “transfer” edilmiştir. Bazı kelimeler ise yabancı dillerden doğrudan alınmıştır. Mesela fırka için parti, ilahiyat yerine teoloji gibi. [19]
Tüm bu kelimelerin arasında beni en çok şaşırtanı ise onaylama sözcüğü olarak “okay” kelimesinin kullanılmasının salık verilmesidir. [20] Dilimiz, zenginleşmek bir kenara dursun, gittikçe fakirleşiyordu. Fakirleşmenin objektif boyutlarını sözlükler sayesinde saptayabiliyoruz. Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe sözlüğü yaklaşık 60.000 kelime ihtiva etmekteydi. Bunlar 1900’lü yılların başlarında kültürlü bir Türk’ün kelime hazinesindeydiler. Fakat bugün hemen hemen hepsi kullanımdan düşmüştür. Dilimizden 60.000 kelime mütemadiyen atılmıştır. Yerine ise sadece 3.000 civarında kelime türetilmiştir. Bunlardan bazıları zaman içerisinde dilin kullanımına giren öz Türkçe kelimelerdir.
Fakat öz Türkçenin mutlak anlamda dile iştirakı mümkün değildir. Nitekim Divanü Lugati’t-Türk’te dahi 7.500 Türkçe kelime varken, 60.000 kelimelik boşluğu salt öz Türkçe kelimelerle doldurmak imkansızdır. Tasfiye ve özleştirme hareketi çok büyük bir sorunu da beraberinde getirmiştir. Türetilen kelimeler, eski kelimelerin anlam inceliklerini göstermeye elverişli değildir. Örneğin takip ve seyir kavramlarının “izlemek” sözcüğünde birleştirilmesi, bu iki kavramın arasındaki ince ayrımları yok etmiştir. Gömü sözcüğü definenin anlamını tam manasıyla karşılamaktaydı fakat Arapça kökenli “hazine” kelimesi, yeri doldurulmadan dilden atıldı/atılmaya çalışılmıştır. Kelimelere, gereken anlam genişliği verilmeden muadilleri yok edilmiştir. Stres kelimesi; gam, gussa, hasret, hüzün, kahır, yeis, efkar, tasa, dert, mihnet, keder, melal, inkisar, elem, enduh, kuduretin anlamını tek başına karşılayabilir miydi?
Gazi gidişatın farkındaydı ve geri dönmek istiyordu. Hermann Kvergic’in ortaya attığı Güneş Dil Teorisi’ne sarıldı. Bu teoriye göre dünyadaki en eski dil Türkçeydi ve tüm sözcükler Türkçeden geliyordu. Örneğin bu teoriye göre Amerika kıtasına giden Türkler büyük şelaleyi görünce “ne yaygara ne yaygara!” demiş ve zamanla şelale Niagara ismini almıştır. Teorinin iddia ettiği bir başka örneğe göre; kıta keşfine devam eden Türkler, Güney Amerika’ya kadar gelip büyük bir nehir görmüşler ve “amma uzun!” demişlerdir. Zamanla bu “amma uzun”, yerini Amazon’a bırakmıştır. [21] Atatürk’ün bizzat geliştiricisi olduğu bu tez, daha da ileri giderek Aristoteles’in (Aristo) Ali Usta’dan ileri geldiğini iddia edecektir.
Bu
teoriye göre halihazırda dünya üzerindeki tüm kelimeler Türkçe kökenlidir.
Dolayısıyla artık dilde sadeleştirmeye gerek yoktur. Yapılması gereken sadece
kelimelerin Türkçe kökenli olduğunu ispatlamaktır. Dünyadaki en eski kavmin
Türk kavmi olduğunu iddia eden Türk Tarih Tezi’nin de verdiği gazla dilde
özleştirme önce yavaşladı, sonra tamamen durdu. Sözcüklerin canı bağışlandı.
Bunun en net kanıtı Güneş Dil Teorisi’nin başlatıcısı ve yönlendiricisi
konumundaki Atatürk’ün kendi sözleridir. Atatürk’ün teoriden önce ve sonra Türk
Dil Kurumu’na çektiği telgraflardaki fark açıkça görülmektedir:
---------------------------
1934
Telgrafı: “Dil Bayramı’ndan ötürü Türk dili araştırma kurumu genel özeği’nden,
ulusal kurumlardan, türlü orunlardan birçok kutunbitikler aldım. Gösterilen
güzel duygulardan kıvanç duydum. Ben de kamuyu kutlularım.”
1936
Telgrafı: “Dil Bayramını mesai arkadaşlarınızla birlikte kutluladığınızı
bildiren telgrafı teşekkürle aldım. Ben de sizi tebrik eder ve Türk Dil
Kurumuna bundan sonraki çalışmalarında da muvaffakıyetler dilerim.”
1937
Telgrafı: “Dil Bayramı münasebetiyle Türk Dil Kurumu’nun hakkımdaki duygularını
bildiren telgraflarınızdan çok mütehassis oldum. Teşekkür eder, değerli
çalışmalarınızda muvaffakıyetinizin temadisini dilerim.” [22]
---------------------------
Güneş Dil Teorisi ve Türk Tarih Tezi mizah malzemesinden başka bir şey değildi. Özleştirmenin bu teorilerle gerçekleştirilmesinin arkasında yatan sebebin ne olduğunu tahmin etmek zor değildir. Dürüstçe; yan yollara sapmaksızın hatadan dönülmek yerine “efendim bunlar zaten Türkçeymiş kalsın bari” denilmiştir. Bilim dışı savları yaygınlaştırmak için çokça emek ve zaman harcanmıştır. Türkleri ve Türkçeyi göklere çıkarmak uğruna, tarih ve bilim yerlere çalınmıştır. Bilimsel ahlakın böyle bir darbe yediği toplumda, bilimsel düşünce de büyük yara almıştır. Öylesine bir dönemdi ki; siyasi otoritenin gözüne girerek bilimsel kariyer yapılabilmekteydi.
Atatürk’ün biyografisini yazan Kinross, dilin çıkmaza girdiği o dönemde Atatürk’ün etrafında bulunan yalakaları şöyle aktarmıştır: “Gazi şimdi eylem alanından, yabancısı olduğu kuram alanına yönelmiş, inanmak istediği şeylere inanır olmuş; kafası alışık olmadığı ve gerçeklerin yarı-gerçekler ve yanlışlarla iç içe girdiği bir labirentte dolaşmaya başlamıştı. Gün geçtikçe birtakım uzmanlar, sözde uzmanlar, şarlatanlar ve ukalalar çevresini alıyor; tarih, arkeoloji, antropoloji, kafatasçılık, kökçülük, dilcilik konularında kendilerine uygun teorileri ortaya atıyor; kendi beğendikleri eserleri onu aydınlatmak bahanesiyle öne sürüyorlardı.” [23]
Güneş Dil dersleri veren İbrahim Necmi Dilmen, Atatürk yaşamını yitirdikten kısa bir süre sonra derslerine son vermiştir. Sebebini soranlara: “Güneş öldükten sonra, onun teorisi mi kalır?” demiştir. [24] Halbuki “bilimsel” bir teorinin, destekçileri öldüğünde bile varlığını sürdürmesi gerekmez miydi? Atatürk’ün vefatının ardından Güneş Dil Teorisi İsmet Paşa’nın emriyle dil ve tarih-coğrafya fakültelerinden kaldırılmıştır. Nihayetinde güneşin batmasıyla beraber Dil Devrimi de son bulmuş oldu.
Elimizin altındaki literatürün eriyip gitmesi, zamanla düşünce gücümüze de ket vurmuştur. [25] 1997 haberine göre ilköğretim ders kitaplarının kelime fakirliği dikkat çekmektedir: Türkiye’deki ders kitaplarında 7.260 sözcük bulunurken ABD’de 71.681, Almanya’da 70.400, Japonya 44.224, İtalya’da 31.762, Fransa’da 30.193, Suudi Arabistan’da ise 13.579 adet kelime ihtiva etmektedir. [26] Dildeki “yabancı” sözcüklerin -bilhassa doğu kökenlilerin- atılması gerektiğine dair makul ve mantıklı bir açıklama olabilir mi? Bir sözcüğe sırf başka bir dilden alındığı için “temizlenmesi gereken bir pislik” gözüyle bakmanın altında yatan psikolojik sebep nedir? Şovenizm? Din düşmanlığı? Birinci Dünya Savaşı’nda Arapların bizi yüzüstü bırakması?
Netice
itibariyle dilde ırkçılığın bahanesi olamaz. Nicedir dilde işlev gören öğelerin
soyuna sopuna bakıp “bunlar öz Türkçe değil” diyerek atılışı izaha muhtaçtır.
Nasıl ki bugün kendisine Türk diyen bir kişinin şeceresini istemiyorsak,
yıllardır düşüncemizin parçası haline gelmiş bir kelimeyi, dedesinin dedesi
yabancıymış diye dilden atamayız. Şu bir gerçek ki dünya üzerinde yüzde yüz arı
bir dil yoktur. Dil, canlı bir organizmadır. Bugün hayatımıza “Bilal’e anlatır
gibi anlatmak” diye bir deyim girmiştir. Bunu isteseniz de yasaklayamazsınız.
Bu dilin canlılığının en net göstergelerinden biridir. Bazı kelimeler doğar,
büyür ve ölürler. Kimi dile pelesenk olur, otoriteleri deler, yüzyıllarca
yaşar; kimisi de bir ömürlük nefes gibidir, solar, ölür. Dilde otorite olmaz,
inatlaşma hiç olmaz. O yüzden Murat Bardakçı’nın da dediği gibi; sopa zoruyla
bir şeyleri yıkmak kolay fakat ama emir ile onları inşa etmek çok zordur.
---------------------------
Kaynaklar:
[1] Çankaya,
cilt 2, s. 452, Dünya Yayınları.
[2] Atay, Falih Rıfkı, Çankaya, İstanbul, Bateş, 1984 s. 479.
[3] Ahmet Cevat Emre, Atatürk’ün İnkılap Hedefi Ve Tarih Tezi
[4] https://www.youtube.com/watch?v=AZGTYLEqeqo&feature=youtu.be&t=4290
[5] Parla, Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları c. 3, s. 100-105.
[7] A. Afetinan, Medenî Bilgiler Ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları (Haz. A. Sevim, A. Süslü, M. A. Tural), Ankara, Aktdyk Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, 2010, s. 450-451.
[8] İstatistik Yıllığı Cilt: 10, Ankara, Başbakanlık İstatistik Umum Müdürlüğü, 1938-9, s. 64-65
[9] Lozan Sulh Muahedesinin Kabulüne Dair Kanunlar, Kanunlar Dergisi, 1339 (1923), c. 2, s. 12.
[10] Resmî Ceride, 22.04.1926, s. 353, s. 1290.
[11] Bali, Rifat N. (1999). Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Bir Türkleştirme Serüveni; (1923 - 1945) (7. Bs. Bas.). İstanbul: İletişim. s. 137–147. ISBN 9789754707632.
[12] İskân Kanunu, Kanunlar Dergisi, 1934, c. 13, s. 783.
[13] https://eksisozluk.com/img/i2t6qifq
[14] https://eksisozluk.com/img/s16duhwt
[15] Ali İhsan Aksamaz, “Laz Kültürel Kimliğini Yaşatma Çabaları”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce cilt: 4, Milliyetçilik İçinde, s. 924.
[16] İsmail Beşikçi, Türk Tarih Tezi Ve Kürt Sorunu, 2. Baskı, Stockholm, Dengê Komal Yayınları, 1986, s. 183.
[17] Şavkay, T., Dil Devrimi, İstanbul, Gelenek, 2002. 77-8.
[18] TBMM Zabıt Ceridesi, 01.11.1935, c. 6, s. 2-3.
[19] Öztürk, Ali Özgün, Dil Devrimi Sonrası Türkiye Türkçesine Giren Türkçe Kelimelerin Söz Varlığına Etkileri, Gazi Üniversitesi Sbe Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümü Doktora Tezi, Ankara, 2008.
[20] Türkçeden Osmanlıcaya Cep Kılavuzu, İstanbul, Devlet Basımevi, 1935.
[21] Geoffrey Lewis, Trajik Başarı Türk Dil Reformu, (Tercüme: Mehmet Fatih Uslu), Paradigma Yayıncılık, İstanbul 2007, sayfa 58.
[22] Lewis,
G., The Turkish Language Reform: A Catastrophic Success, New York, Oxford
University Press, 1999, s. 68.
[23] Kınross,
Lord, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu (Çev. Necdet Sander), 12. Baskı,
İstanbul, Altın Kitaplar, 1994. sf. 540
[24] G.
Lewis, a. g. y., s. 96
[25] https://www.youtube.com/watch?v=AZGTYLEqeqo&feature=youtu.be&t=3851
[26] https://www.hurriyet.com.tr/gundem/ders-kitaplari-kelime-fakiri-39262337
Yorumlar
Yorum Gönder