Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası


Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 17 Kasım 1920’de kurulmuştur. Mustafa Kemal ve İsmet İnönü hariç tüm Millî Mücadele liderleri partide yer almıştır. Parti Başkanı Kazım Karabekir, ikinci Başkan Rauf Orbay olmuştur. İsimler meşhur, halkın tepkisi müspet, ama sonuç hüsran. Mustafa Kemal’in silah arkadaşlarının kurduğu bu parti yedi ay sonunda lağvedilmiştir. Akabinde Kurtuluş Savaşı gazisi Karabekir, İstiklal Mahkemeleri’nde idam cezasına çarptırılmış, Hamidiye kahramanı Orbay, on yıllık kürek cezası almıştır. Mustafa Kemal’in Milli Kurtuluş Kabinesine katılmasını zaruri gördüğü İsmail Canbulat idam edilmiştir. Parti liderleri yargılanmış, parti kapatılmıştır. Peki ama neden? Millî Mücadele dönemindeki rolleri tartışmasız olan bu isimlerin İzmir Suikastiyle bir ilgisi var mıdır? Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF) sahiden gerici, İslamcı ve antidemokratik bir anlayışın temsilcisi midir?

1908’de 2. Meşrutiyet’in ilanıyla yeşeren özgürlük umutları, 1913’te İttihatçılar tarafından tek parti despotizmine evrilmiştir. Tek partinin ülkeye verdiği zararın sonuçlarını bizzat yaşayan paşalar, bunun tekrar yaşanmaması adına TCF’yi kurma kararı almıştır. [1] Partinin kurulması kararının alındığı toplantıda şu hususlarda anlaşmaya varılmıştır: “İnkılapların hepsine taraftar olmakla beraber, bunların herhangi bir şahsa imtiyaz vermek için değil, bütün memlekete mal edilmek emriyle yapılmış olduğu hakkında müttefikiz. Devlet şeklimiz olan Cumhuriyet’in bir şahıs veya zümrenin idaresine alet olmasına mâni olmağa elimizden geldiği kadar çalışacağız.” [2]

Mustafa Kemal’in partisi Cumhuriyet Halk Fırkası (CHP) ile TCF arasındaki en büyük fark şuydu: CHP kadrosu “devletçi-devrimci”, TCF kadrosu ise “liberal-evrimci” idi. Bu görüş farkı, paşaları yeni bir parti kurmaya itmiştir. TCF’liler, Mustafa Kemal’in yapmak istediği inkılapları kendileri yapmak istemektedir. Fakat bir hamlede değil; yavaş yavaş, sindirerek yapılmasını daha doğru bulmuşlardır. Devrimlerin halk tabanında ters tepeceğini düşünmüşlerdir. Nitekim öyle de olmuştur. [3] TCF kurucusu Kazım Karabekir başta CHP vekildir, kendi partisini kurmaya giden süreci şöyle açıklamaktadır: “Gazi Paşa, “ben muhalif istemiyorum.” diyerek kendisine kavlen (fiilen) ve tahriren (yazılı olarak) en çok sadakat gösterenleri mecliste namzet (aday) gösteriyordu. Ben de böyle emre uyan bir meclisle, dünyaya hâkim devletlerinin emniyetini kazanamayacağımızı ve hürriyet mefhumunu zedeleyeceğimizi söyledim. Bunun daha şiddetli bir muhalefete yol açacağını söyleyerek seçim komitesinden ayrıldım.” [4] Partinin kurulduğu gün basına verilen demeçte, “kamu hakimiyeti, hürriyetperverlik, cumhuriyetçilik esasları üzerinde anlaşmak koşuluyla, gerekirse CHP ile işbirliği yapılarak her çeşit irticai hareketlere mukavemet edileceği” belirtilmiştir. CHP’nin tek parti olduğu mecliste bazı kararlar çoğunluk sağlanmadan alınmış, çatırdamalar başlamıştır. Akabinde de muhaliflere yol ayrımı gözükmüştür. Partiden ilk ayrılan kişi Kazım Karabekir olmuştur. Diğer vekiller de peyderpey CHP’den ayrılmaya devam etmiştir.

TCF çok dikkatli davranarak önceden muhafazakâr kimlikleri nedeniyle CHP’den ayrılan/ihraç edilen vekilleri bile bünyesine almamaya dikkat etmiştir. Partilerine en ufak bir leke sürülsün istememişlerdir, temkinli olmuşlardır. Parti adı için Terakkiperver (ilerici) ve Cumhuriyet kelimelerini bilhassa seçmiş; irticayı tahrik edecek unsurlardan uzak kalmışlardır. Rejim karşıtı söylemler bu partide yankı bulmamıştır. Peki partinin tüzüğü, programı nedir? TCF üzerine en ciddi ve kapsamlı araştırmanın yazarı olan Erik Zürcher, partinin programını, “içinde belirgin bir Batı Avrupa çeşnisi taşıyan bir Liberalizm programı” olarak tanımlamıştır. Parti beyannamesinin başında “milletin mukadderatını bizzat tayin etmek için rüştünü gösterdiği” vurgulanarak ülkenin demokrasiye hazır olmadığı görüşü üstü kapalı olarak reddedilmiştir. [5] Parti programında, ülkedeki en büyük tehlike olarak “milleti hakimiyet ve hükümranlık hakkından mahrum edecek bir despotizm şeklinin oluşması” görülmüştür. Tüzükteki belli başlı maddeler şunlardır:

-------------------------------

Madde 1: Devlet şekli, halkın hakimiyetine dayanan Cumhuriyettir.

Madde 2: Partinin meslek-i esasisi Liberalizm ve demokrasidir.

Madde 3: Yapılacak kanunlarda halkın ihtiyacı, menfaatleri, asrın gerekleri ve adalet prensipleri hâkim olacaktır.

Madde 6: Parti, dini düşünce ve inançlara saygılıdır.

-------------------------------

İlginçtir ki partinin en çok eleştirilen maddesi 6’ncı madde olmuştur. Hatta daha sonra partinin kapatılmasına gerekçe olarak bu madde gösterilmiştir. Mustafa Kemal Nutuk’ta 6’ncı maddeyi çok sert eleştirmiş ve tabiri caizse niyet okuma gafletine düşmüştür ve şunları söylemiştir: “Parti, dini düşünce ve inançlara saygılıdır ilkesini bayrak olarak eline alan kimselerden iyi niyet beklenebilir miydi? Bu bayrak, yüzyıllardan beri cahilleri, bağnazları ve hurafelere inananları kandırarak özel çıkarlar sağlamaya kalkmış olanların taşıdıkları bayrak değil miydi? Türk milleti, yüzyıllardan beri, sonu gelmeyen felaketlere, içinden çıkabilmek için büyük fedakarlıkların gerekli olduğu pis bataklıklara, hep bu bayrak gösterilerek sürüklenmemiş miydi? Cumhuriyetçi ve yenilikçi olduklarını zannettirmek isteyenlerin, yine bu bayrakla ortaya atılmaları, dini bağnazlığı coşturarak, milleti, cumhuriyete, ilerlemeye ve yenileşmeye karşı kışkırtmak değil miydi?” [6]

Ayrıca Mustafa Kemal’in Times muhabiri Mccartney’e verdiği röportajda TCF için söylediği sözler çok ağırdır. Sonradan Ankara Hükümeti’nin isteği üzerine röportajın ilk hali yayınlanmamıştır. Mccartney’in haberindeki her şey, Mustafa Kemal’in muhalefetle uzlaşmaya hiç niyetli olmadığını göstermiştir. Muhabire göre paşa son derece kızgındır ve muhalefet üyelerinden bahsederken onları “her şeylerini borçlu oldukları kendisine karşı nankör ve vatan haini” diye suçlamış ve yüzü kıpkırmızı kesilmiştir. Mülakatta çevirmenlik yapan mebus sık sık araya girerek “sakin olun paşam” demiş ancak Mustafa Kemal’in öfkesini hiçbir şey durdurmaya yetmemiştir. [7]

Mustafa Kemal Nutuk’ta Rauf Orbay’ın saltanatçı eğilimleri olduğunu iddia etmiştir. Oysa aynı Orbay, Abdülhamit’in tahttan indirilmesinde rol oynamış, 1922’de mecliste saltanatın kaldırılması lehine konuşmuştur. Hatta bu olayın ulusal bayram ilan edilmesini önermiş, çağdaş ve Batılı zihniyete sahip bir kişidir. Mecliste halifecilik ve saltanatçılıkla suçlandığında kendini şöyle savunmuştur: “Değil halifeci ve sultancı, bu makamın haklarını kendine alma hevesinde olan herhangi bir makamın dahi aleyhindeyim!” [8] Orbay bu sözleriyle Mustafa Kemal’e kontra yapmıştı. Hilafetçi saltanatçı veya gerici olmadığına, haklarını almak istediği makamın Cumhurbaşkanlığını olduğunu işaret etmiştir. Parti tüzüğünde TCF’yi, CHP’den ayıran diğer maddeler ise şunlardır:

 -------------------------------

Madde 9: Devletin vazifeleri asgari hadde indirilecektir.

Madde 12: Cumhurbaşkanı seçilen kişinin mebusluk sıfatı seçilmesinin ardından sona erecektir. (Partili Cumhurbaşkanı olamaz denmek isteniyor)

Madde 14: İç politikaya ilişkin ilkeler arasında, idari Adem-i Merkeziyet esası kabul edilecektir. (Devlet merkezinin gücünü azaltılacaktır denmek isteniyor)

Madde 22: Bilumum devlet muamelatı (işlemleri) sadeleştirilecektir.

-------------------------------

Ayrıca CHP’nin sadece iç kaynaklarla kalkınmayı öngören devletçi iktisat anlayışına karşı serbest ticaret ilkeleri savunulmuş; ihracatın önemi vurgulanmış, (Madde 30-32) sadece iç mali kaynaklara dayanarak kalkınma görüşü eleştirilmiştir (Madde 40-41). Görüldüğü gibi parti programında İslamiyet’in yeniden tesisi hakkında herhangi bir maddeye yer verilmemiştir. Aksine, Tevhid-i Tedrisat ilkesi savunulmuştur (Madde 49). Demokratik ve özgürlükçü bir politakanın izleri görülmektedir. Bu yüzden Kemalist çoğunluğun uygulamalarından farklıdır. Merkeziyetçiliğe, güçler birliğine ve devletin güçlendirilmesi ile siyasallaştırılmasına karşı Adem-i Merkeziyetçilik ve güçler ayrılığı, kişisel hürriyetler ve daha küçük bir devlet arzusunda olmuşlardır. Partinin felsefi temeli, iddia edildiği gibi muhafazakarlıkta değil Liberalizm’de yatmaktadır. Saltanatçılığın ya da gericiliğin hiçbir yerde emaresi dahi yoktur.

Parti yavaş yavaş sahneye çıkıyor derken Şeyh Said İsyanı patlak vermiş, TCF iktidarı Şeyh Said İsyanı’nından sorumlu tutulmuştur. Bu konuda Orbay’ın mecliste kullandığı ifadeler şunlardır: “İsyan hadisesini birtakım türedilerin leimane (aşağılık) bir maksatla ortaya çıkardıkları anlaşılmıştır. Efendiler, bu isyana mecnunlardan başka kimse iştirak edemez. Sükûn ve huzuru temin edeceğiz diye, böyle şiddet kanunlariyle (Takrir-i Sükûn) büsbütün ihlal etmeyelim.” [9] Karabekir’in ise Şeyh Said İsyanı ile ilgili sözleri şöyledir: “Ben bekliyordum ki bizim de vak’a hakkında fikrimiz ve tehlike karşısında el birliğiyle çalışmaklığımız teklif olunacak. Kürtler hakkında şifahen ve tahriren (yazılı) ikazıma kimse ehemmiyet vermedi. Bununla beraber ister Kürtlük ister irtica olsun fırkamız beyannamesinde görüldüğü üzre hükümete yardım vazifemizdir. Bizim Kürtlük mıntıkasında teşkilatımız bile yoktur. Diğer teşkilatı lağvettiğimiz takdirde dahi hadiseyi fırkamıza yüklemek kolay olmaz mı? Bunun ne burada ne de fırkamızda münakaşasına dahi tahammülümüz yoktur. Biz bu teklifi reddediyoruz. İsterse kuvvetiyle fırkamızı dağıtsın. Ben fırka reisi olmak sıfatıyla en evvel göğsümü istibdat süngüsüne karşı gererim. Fakat neticenin nerede olduğunun kestirmekte mümkün olmaz. Bizim teklifimiz şudur: Kürt ihtilali hükümetin idaresizliği yüzünden çıkmış ve büyümüştür. El birliğiyle bu hususta yardımda bulunuruz.” [10]

Bu uyarıya rağmen meclis, yasaklama yetkisini hükümete veren Takrir-i Sükûn Kanununu çıkarmıştır. Aynı gün kurulan İstiklal Mahkemeleri, seri halde idam kararları vermeye başlamıştır. Ertesi gün, ülke çapında TCF’yi destekleyen tüm gazeteler -ayriyeten İslamcı ve Komünist yayın organları- süresiz olarak kapatılmıştır. Bunu izleyen günlerde, TCF İstanbul merkezinin polisçe aranmasını baskın olarak niteleyen Hüseyin Cahit, Çorum’da müebbet sürgün cezasına çarptırılmıştır. Ardından TCF’nin tüm şubeleri hükümet emriyle kapatılmıştır. Cumhuriyet döneminin ilk muhalefet partisi olan TCF, mahkeme tarafından değil bir hükümet kararnamesiyle kapatılmıştır. Dokunulmazlık gözetilmeden yirmi bir vekil tutuklanmış; demokratik bir sistem yaratabilmek adına önemli bir fırsat olan bu parti denemesi, siyasi çekişmeler ve devrim tartışmalarına kurban edilmiştir. Bu tarihten itibaren Türkiye, Sovyetler ve İtalya’nın ardından üçüncü tek parti rejimine resmen sahip olmuştur. TCF üyelerinden yirmi dördü, Cumhurbaşkanına İzmir’de girişilen suikast gerekçesiyle tutuklanmış ve yasal prosedüre uyma gereği duymayan bir yargılama sonucunda altısı asılmıştır. Yurt dışında bulunan Orbay ve Adıvar sürgün cezasına çarptırılmış, Karabekir, Refet ve Ali Fuat paşalar idamla cezalandırılmıştır. Fakat -kimi yazarlara göre- ordudan gelebilecek bir tepkiden çekinildiği için beraat etmişlerdir.

O dönem parti kapatılmasına, İstiklal Mahkemelerine ve Takrir-i Sükûn yasasına en büyük tepki Rauf Orbay’dan gelmiştir. Gönderdiği mektubunda İstiklal Mahkemesi savcı ve yargıçlarına cani ve vicdansız yakıştırması yapmış hatta hükümetin darbe yaptığını söylemiştir, mektubun her satırı çok serttir. Rauf Orbay, mahkemenin zorla rejim değiştirme suçunu işlediğini düşünmekteydi. Başlangıçta hukukun üstünlüğü için yola çıkıldığı halde İstiklal Mahkemelerinde onun ve Millî Mücadele arkadaşlarının ezilmesinden dolayı epey sinirlenmiş ve üzülmüştür. Orbay mektubunu “hayatımın her dakikasının hesabını vermeye hazırım. Bunların her birinin gözünü hırs ve ihtiraslarının kanı bürümüş! Gayrimeşru bir heyete karşı böyle bir mecburiyetten hamdolsun müstağniyim (dışındayım).” sözleriyle bitirmiştir. 

Orbay’ın nezdinde İstiklal Mahkemeleri gayrimeşrudur Hiçbir zaman kendisini sorumlu görmemiş ve hesap verme tenezzülünde dahi bulunmamıştır. Ne ilginçtir ki aynı Orbay’a 1939’da İnönü CHP’si özür mahiyetinde bir beyanname ile Kastamonu milletvekilliğini teklif etmiştir. Fakat Orbay, gıyabında verilmiş olan on yıllık kürek cezasının kaldırılmadan bu teklifi kabul etmeyeceğini belirtmiştir. CHP Orbay’a Af Kanunundan yararlanmasını teklif etmiş fakat Orbay bunu da reddetmiştir. İşlemediği suçun affını kabul etmesi, dolaylı yoldan suçu da kabul etmesi anlamına gelecektir. Sonunda Yüksek Askeri Temyiz Divanı’ndan beraat kararı çıkarılmıştır. İsmet İnönü, yıllar sonra partinin kapatılmasının bir hata olduğunu söyleyecektir. 1963’te “Siyasi Hayatımın 40. Yılı ve CHP” makalesinde, TCF’nin ilerici reformist cephe içinde kabul edilebilir mutedil (ılımlı) bir siyaset biçimini temsil ettiğini belirtmektedir. Partinin o dönemde “muhafazakâr bir zihniyetin tezahürü olarak telakki edildiğini ancak partinin kendisini asla muhafazakâr olarak tanımlamadığını ve liderlerinin aslında ileri fikirli ve ıslahatçı insanlar olduğunu” beyan etmektedir. [11]

Bazı yazarlar ise, TCF kadrosunun Mustafa Kemal’in şahsına yönelik bir “dikleşme” den ibaret olduğunu söylemiştir. Fakat şahsi kanaatime göre bu görüş oldukça sığdır. Fatih Rıfkı Atay gibi sağlam bir Kemalist bile TCF’nin kuruluşunu şahsi kıskançlıklara veya geçimsizliklere bağlamayı oldukça üstünkörü bulmaktadır. Atay, böyle bir yorumun muhalif kanadın oluşması süreciyle alakalı hiçbir şey öğretmediği gibi, partinin kuruluş gayesi ile ilgili olarak da yanlış bir bilgilendirme olacağı kanaatindedir. [12] 

Özetle, 2. Meşrutiyet ile Kemalist dönem arasında, TCF’nin bağlantı işlevi görmesi hükümet eliyle engellenmiştir. Rejime uygun muhalefet edebilecek aydın ve elit çevreler, bu tarihten itibaren ya sindirilmiş ya yurt dışına gitmiş ya da rejime boyun eğerek Ankara’da mevki edinmeyi tercih etmişlerdir. Demokratik sisteme geçiş daha da uzamıştır. Partinin lağvından sonra muhalefetin sözcülüğü, kasaba uleması ile tarikat şeyhlerine terk edilmiştir. İslamcıların yasal bir muhalefet kadrosu içinde yer almaları imkansızlaştırılmıştır. İslamcılar radikalleşmeye devam etmiştir. Devletin şiddeti de buna paralel olarak artmıştır. Ne ilginçtir ki o dönemdeki mevzular bugün hala daha Türk siyasetinde gündemdedir.

--------------------------------

Kaynaklar:

[1] Rauf Orbay, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e (Hatıralar), sayfa 413-414.

[2] Cebesoy, Hatıralarım, sayfa 96.

[3] Süleyman Kocabaş, Türkiye’de Demokrasi Buhranı, İcazetli, Muvazaalı, Emanetçi Partiler, 1920-1987, İstanbul, Vatan Yayınları, 2006, sayfa 20.

[4] Karabekir, İstiklal Savaşımızın Esasları, sayfa 138.

[5] Zürcher, Terakkiperver Fırka, sayfa 148.

[6] Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve En Hain Kafaların Eseri Olan Programı, “Nutuk”.

[7] Zürcher, Erik Jan: “Atatürk ve 1924’teki Çok Partili Demokrasi”, Tarih Ve Toplum, Ocak, 1988, sayfa 49.

[8] Orbay, sayfa 434-435.

[9] Orbay, sayfa 465.

[10] Şevket Süreyya Aydemir, (1983), Tek Adam Mustafa Kemal, İstanbul, Remzi Kitapevi, sayfa 215.

[11] Tevetoğlu, 1985: sayfa 286.

[12] Fatih Rıfkı Atay, (1969), Çankaya, İstanbul, sayfa 395-396.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

19 Sistemi Nedir? - Eleştiriler ve Cevaplar

Sudur Teorisinin Gelişimi

Kuran'da Faiz Haram Mı?