Demokrat Parti



“Demokrat Parti’yi, bir partiden çok bir olay olarak görmek daha yerinde olacaktır. Bu siyasal oluşumun başındakiler kim olursa olsun, hatta hangi fikirleri temsil ederse etsinler, sadece bir kitlenin isyanı olarak karşımıza çıkmaktadırlar. İsyanın birinci nedeni kuşkusuz, Türkiye’nin iktisaden geri kalmış ülke oluşudur.” [1] Hastalıklar, hava koşulları ve gıdasızlık yüzünden 2. Dünya Savaşı yıllarında 22 bin askerimizi savaşa girmediğimiz halde şehit vermiştik. Tek Parti döneminde yaşanan bu ekonomik durgunluk, yüksek oranlı işsizlik ve diğer ekonomik nedenler, Demokrat Parti’yi tek başına iktidara taşımaya yetmiştir. [2] Celal Bayar bu durumu şöyle ifade etmektedir: “Halkın gözü ile görmek istediği hizmetler vardır. Halk kendi hayatında bir kolaylık, bir değişiklik olsun ister. Bunu görmediği zaman, iktidar ağzıyla kuş tutsa, halkın gözündeki itibarını yavaş yavaş kaybeder.” [3]

Demokrat Parti, devletin ekonomik hayata müdahalesini sıklıkla eleştirmiştir. Kendilerinden önce devlet eliyle yapılan müdahalelerin ekonomik aktiviteyi bozduğunu düşünmüşlerdir. Demokrat Parti bilhassa ilk dönemlerinde şiddetle Liberal politikayı savunmuştur. İthalata getirilen kısıtlamalar kaldırılmış, kredi faizleri düşürülmüş, özel sektör daha fazla kredi kullanmaya teşvik edilmiştir. Yabancı sermaye girişini artırmak amacıyla ilk kez yasal mevzuat oluşturulmuştur. Parti programının birinci bölümünde Liberalizm ve demokrasinin esas alındığı ifade edilmiştir. Ayrıca devletçiliğin görevleri arasında özel teşebbüsü de desteklemenin var olduğu belirtilmiş ve altı oka şerh koyulmuştur. Programda verimsiz çalıştıkları nedeniyle kamu kuruluşlarının özel teşebbüse devredilmesi ve zorunluluk olmadıkça piyasalara müdahale edilmemesine dair ilkeler benimsenmiştir. [4] Menderes, partisinin gerçekleştireceği ekonomik icraatları şöyle sıralamaktadır: “(...) Hususi teşebbüsün çalışması ve gelişmesi için lüzumlu hukuki ve fiili emniyet havasının yerleşmesini temine matuf bütün tedbirler alınacaktır. Yabancı teşebbüs, sermaye ve tekniğinden geniş ölçüde faydalanmanın şartları tahakkuk ettirilecek ve icapları yerine getirilecektir.” [5]

Başta ABD olmak üzere, Batılı demokratik devletlerle daha sıkı bir işbirliği yapılacağı açıklanarak yeni bir rota çizilmiştir. Ardından Kore Savaşı vesilesiyle NATO’ya dahil olunmuştur. Savunmaya ayrılan pay yatırımlara aktarılma başlanmıştır. Bir kalemin eksilmesi sayesinde ekonomik kalkınmaya daha fazla bütçe ayrılmıştır. Ayrıca NATO sayesinde yabancı sermayenin Türk ekonomisine girişi kolaylaşmış, ekonomik kalkınma hız kazanmıştır. ABD’den gelen Marshall yardımıyla zirai üretimde patlama yaşanmıştır. Kısa bir süre içerisinde Türkiye dünyada buğday üretiminde 4’üncü sıraya yükselmiştir. Ancak Amerika’dan gelen yardımlar yüzünden Demokrat Parti, CHP’nin “devleti satıyorlar” söylemlerine maruz kalmıştır. 1950’ye kadar dışa kapalı bir yönetim sergileyen Tek Parti yönetimi, ülkenin gidişatından endişe duymuştur. Zira İnönü’nün borçlanmadan çekinen, merkantilist bir ekonomik anlayışı vardır, iktisadi görüşü zayıftır. Kendi döneminde korumacı, bağımsızlık yanlısı, kimseye borçlanmadan “kendi yağımızla kavrulalım, kimseye el açmayalım” politikasını prensip edinmiştir. Şevket Süreyya Aydemir, İnönü ve CHP’nin iktisadi görüşünü şöyle anlatmaktadır: “Paşa ekonomi bilmez. Bilmediği içindir ki devlet hazinesini sürekli olarak aynen saklı tutmaya özen gösterir. Onun mantığıyla altınlarımızın merkez bankası kasalarında durması ve küçük dış satımlarla edindiğimiz dövizin saklanması birinci derecede önemlidir.” [6]

Menderes ise krediyi ve borçlanmayı, bir ülkeyi süratle geliştirecek ve kalkındıracak bir araç olarak görmüştür. Bu yaklaşıma karşı çıkanları maliye yobazları olarak nitelendirmiştir: “İngiltere, Fransa kredi sayesinde bugünkü seviyelerine gelmiştir. Bizim çeyrek asırdır yerinde saymamız onların (CHP’nin) bu sakin ve köhne düsturları yüzünden olmuştur.” [7] Bir başka konuşmasında, borç, hibe alma sebeplerini ve kalkınma kararlılığını şöyle ifade etmiştir: “Kendi yağımızla kavrulmalıymışız. Biz asırlarca ıstırap içinde kıvranan, mahrumiyet tabiatı saniye(kural) haline gelen, hâlâ toprak damlar altında yaşamakta olan muhterem milletimizin sefaletten bir an evvel kurtarılması için hiçbir fırsatı, ihmal ve elden kaçırma suçunu, cinayetini üzerimize alamayız. Bizzat bütün dünyanın gözü önünde muazzam hacmi ile bir mucize gibi görünen dev Amerikan iktisadiyatının bu inkişafı (gelişimi) bulabilmesi, yarım asır boyunca Avrupa sermayesinin ve tekniğinin akmasıyla mümkün ve nasip olmuştur. İnsanlar uluslararası dayanışmanın ve uluslararasında ticarî, iktisadî ve malî konuların iç içe girdiği bir dünyada yaşıyorken, muhalefet partisine hitaben bir de şu arkaik, geri kalmış, çağ dışı düşünceye bakın!” [8]

------------------------------

Bir gün Atatürk, Serbest Fırka‘nın Anadolu’da yakaladığı başarıyı araştırmak üzere yanına Recep Peker’i de alarak Anadolu gezisine çıkmıştır. Aydın'a uğradığında Menderes ile tanıştırılmıştır. Kendisine “burada muhalif bir genç var efendim, Serbest Fırka reisi ve hayli etkili” denilmiştir. Atatürk Menderes’e konuşmak için yalnızca dört dakikası olduğunu söylemiştir. Ancak o dört dakika, dört saate çıkmıştır. Menderes memleketin halini, çiftçinin durumunu, ihmali, bürokrasinin tutumunu anlatmıştır. O anda Atatürk’ün tavrı ve yüzü değişmeye başlamıştır. Atatürk, Recep Peker’e, “bu ismi kağıda yaz” demiştir. Bir süre sonra da Menderes’in ismi CHP milletvekilleri arasında görülecektir. Atatürk’e göre Menderes “şayan-ı dikkat bir genç” tir. [9]

Tarım: Halkın büyük bir kısmı tarımdan gelir sağladığı için Menderes ziraate büyük önem vermiştir. Bu stratejisi özünde hem tutarlı hem de akılcıdır. Çünkü tarım ülkesinde muktedir ve muvaffak olabilmek, çiftçinin refah seviyesini arttırmaktan geçmektedir. Tek Parti yönetimi ise kırsal bölgede büyük tepki toplamıştır. Nüfusun yüzde 80’ini oluşturan çiftçilerin yaşam düzeylerinde hiçbir ciddi iyileşme sağlanamamıştır. Sağlık, eğitim ve ulaşım olanakları, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki durumu aşamamıştır. [10] Köylü, yılların yoksulluğundan usanmıştır. Menderes, köylüye hizmet götürebildiği anda onların bunu unutmayacağını ve daima kendilerinin yanında olacağını son derece iyi bilmektedir. Menderes, seçimi kazanmasının ardından yaptığı bir konuşmada: “Türkiye’nin %80’ini köylerde yaşıyor. Köylerde üretim toprağa bağlıdır. Toprak iyi tohum ister gübre ister makine ister sulama ister köylümüz bunları bir başına yapamaz. Devlet olarak ona elimizi uzatmamız gerekli. Ziraat bankası yoluyla, kooperatifler yoluyla ucuz faizli krediler sağlayacağız. Köylümüz bunları kullanarak makine alacak. Tohumunu ithal edeceğiz, onu ekecek, ucuz gübre sağlayacağız, onu kullanacak. Bunlar da yetmez. Malını pazara götürmesi için yolunu yapacağız, sağlığını koruyabilmek için içme suyunu getireceğiz. Bu da yetmez. Mahsulünü değer fiyatıyla satmasını temin edeceğiz. Toprağa dayanan istihsal (üretim) denilince buna karayolları politikası, büyük sulama tesisleri, limanlar girer. Bütün bunları yapmak için paraya ihtiyaç vardır. Maliye vekili arkadaşımız kesenin ağzını açmanın çarelerini arayacaktır.” [11] demiştir. 

Marshall Planı ile Türkiye’ye yapılacak yardımın temel hedefi tarımsal üretim kapasitesinin arttırılması yönünde olmuştur. [12] Bu yardımlar kapsamında Türkiye’ye çok büyük miktarda traktör ve pulluk girişi olmuştur. 1946 yılında çalışabilir durumdaki traktör sayısı bini ancak geçerken, bu sayı 1955 yılında 43 bine ulaşmıştır. [13] Bu dönemde traktör alımları için köylülere uygun imkanlarla kredi sağlanmıştır. 1950 yılında tarımsal kredi miktarı 810 milyon lira iken, 1960’ta 4 milyar 755 milyon liraya ulaşmıştır. [14a] On yılda meydana gelen artış inanılmaz düzeyde olmuştur. Yalnızca traktörlerin gelişi bile başlı başına tarımda devrim niteliğindedir. Bilindiği gibi, Türkiye bu yıllarda sanayisi çok zayıf olan, genel anlamıyla geri bir tarım ülkesi konumunda bulunmaktadır. Traktörün tarıma girmesiyle beraber ekilebilir alanlar da genişlemiştir. Ekili alan sayısı 1948’de 13 milyon 900 bin hektar iken 1959 itibarıyla 22 milyon 940 bin hektara yükselmiştir. Böylece, Türkiye bir tahıl ihracatçısı haline gelmiştir. Hububat ve bakliyat üretimleri artmıştır. [15] Tarım ürünleri ihracatı 1950-53 arasında yüzde 50 artış göstermiştir. [16] İhracatın artmasıyla bütçe açığı kapanmış ve GSMH artmıştır. 1950 yılında sabit fiyatlarla 38.550 milyon TL olan GSMH, üç yıl üst üste sırasıyla ve yüzde 12.8, 11.9 ve 11.2 oranında artış göstererek 1953 yılında 54.091 milyon TL’ye ulaşmıştır. [4a] 1954’ten sonra kişi başına düşen ulusal gelir artışında da % 3,5’luk bir oranla hiç küçümsenmeyecek bir başarıya ulaşılmıştır. [17] 1950’den sonra tarımda makineleşme, Türkiye’nin bir tahıl ihracatçısı durumuna gelmesini sağlamıştır. 1950-1954 arasında Türkiye’nin yılda yüzde 13’lük gibi hayli yüksek bir ekonomik büyüme yaşamasında tarımın çok büyük bir etkisi olmuştur. [18] Fakat 1954’te ağır bir kuraklık yaşanmıştır. Bir yıl önce buğday üretiminde dünya dördüncüsü olan Türkiye, Amerika’dan buğday almak zorunda kalmıştır. Dış kredi de sağlanamayınca döviz azalmıştır. Tarım ülkesi olan Türkiye’yi kuraklık çok sert vurmuştur.

Sanayi: Demokrat Parti döneminde sanayinin gelişmesi çok hızlı ve önceki dönemlerle mukayese kabul etmeyecek derecede verimli olmuştur. Doğan Avcıoğlu “Türkiye’de 1950’den bu yana, önemli bir sanayi gelişmesi olmuştur.” [19] diyerek bu gelişmeyi onaylamıştır. Şevket Süreyya Aydemir ise CHP’nin sanayi alanındaki kalkınma programlarını değerlendiremediğini, bunlara el atamayacak kadar iktidar yorgunluğu içerisinde olduğunu söylemiştir. Demokrat Parti’nin iktidara geldiğinde kalkınma hamlelerine cesurca giriştiğini ifade etmiştir. [20] Bahsi geçen yazısında şöyle bir mukayesede bulmuştur: “Mesela; CHP iktidarının birtakım garip müdahaleleri ile 4 şeker fabrikasını aşamayan şeker sanayisi, Demokrat Parti iktidarı devresinde 16-17 fabrikaya çıkacaktır. Bir ara, şekeri vesika ile almak zorunda kalan Türk halkı, bol şekere kavuşacak ve hatta şeker için ihraç sahaları aranacaktır.” Aydemir’in bu sözlerinde haklılık payı vardı zira 1950 yılında şeker darlığı çeken ülkemiz, 1959 yılı sonu itibariyle şeker ihraç eden ülkeler arasına katılmıştır. [21] 1950’de çimento üretiminde mevcut tesislerin üretim kapasitesi 395.000 tondur. 1959 sonu itibariyle 1.962.500 tona yükselmiştir. Kurulan fabrikalar ile ithalata ihtiyaç kalmamış, hatta ihraç edilmiştir. Demir ve bakır cevheri üretiminde büyük gelişmeler kaydedilmiştir. [22] On yıllık dönem içinde dokuma sanayinde yüzde 300’e yakın bir artış gözlenmiştir. [23] Sanayinin gelişmesine paralel olarak enerji sektöründe de büyük bir atılım gerçekleşmiştir. 1950 yılında 789.624 kw/saat olan enerji üretimi, 1960 yılında 2.815.071 kw/saate yükselmiştir. 1950-56 yılları arasında endüstriyel üretim yaklaşık yüzde 30 artmıştır. [24] Kimya sanayii işletme sayısında 1950-60 yılları arasında yüzde yüzlük bir artış gerçekleşmiş; 591’e yükselmiştir. Tarım ilaçları üretimine ise 1950’den sonra başlanmıştır. [25] Know-How anlaşmaları sayesinde yabancı firmalar arasında iyi ilişkiler kurulmuştur. Böylece yerli firmalar teknik bilgilerini arttırabilmiştir. İlaç endüstrisi, 1953-1957 yılları arasında ihtiyacın yüzde 60’ını karşılayabilecek duruma gelmiştir. [26] Eczacıbaşı, İbrahim Ethem, Abdi İbrahim, Mustafa Nevzat ilaç fabrikaları, Demokrat Parti döneminin önemli yerli kuruluşları olarak ortaya çıkmıştır. Bugün bu fabrikalar Türk ilaç sanayiinin dev kuruluşları arasında olup üretimlerine devam etmektedirler.

Ulaşım: İktidarın ilk yıllarında Menderes’i ağlatacak vaziyette olan Türkiye’de yıllar içinde büyük “yol” katedilmiştir. En küçük ve ücra köylere ulaşacak şekilde yollar yapılmış, binlerce köy içme suyuna kavuşmuştur. Tarımda makineleşmeyle beraber 40 bin kilometre kara yolu, 30 bin kilometre köy yolu yapılması, tarım kesiminin pazar ekonomisiyle bütünleşmesini sağlamıştır. [14b]

Vergiler: 1956’dan itibaren de gelir vergisi kanununda değişiklik yapılmış ve 400 bin küçük esnaf vergi verme yükümlülüğünden çıkarılmıştır. [27] Yol, hayvan vergisi gibi halkın şikayetçi olduğu uygulamalara son verilmiştir. DP’den önce hayvan besleyen kişilerden sayım vergisi, yol yapmakla yükümlü olanlardan ise yol vergisi alınmıştır. Sayım vergisi diğer adıyla hayvan vergisi, Tek Parti döneminde yürürlüktedir. O yıllarda vergi memurları köyleri gezerek her hayvan için vergi ister, para yoksa hayvanlardan birini vergi olarak alıp götürürlerdi. Bu konuda birçok olay anlatılmaktadır. Mesela o günleri yaşamış olan Abdulkadir Baykal bu durum şöyle anlatmaktadır: “Jandarmalar gelip de 10 hayvanımızdan 7-8’ini alacak diye köy yoluna gözcüler yerleştirirdik. Gelenlerin olduğunu duyunca, 10 hayvanımızdan 7-8’ini mağaralara sokar, 3-4 tane hayvanımızı gösterirdik. Onlar da 1-2’sini alıp götürürlerdi.” [28]

Denk bütçe: Herkesçe kabul edildiği gibi ilk yıllar, Demokrat Parti’nin altın yıllarıdır. Sıfırdan başlanmış ve kısa bir süre içinde % 15’lere varan bir kalkınma hızına ulaşılmıştır. Türkiye’nin sanayi endeksinde % 270’lik artış olmuştur. [29] Öyle ki İnönü’nün damadı Metin Toker bile makalesinde “oyumu kullanabilseydim, 1950 ve 1954’te Demokrat Parti’ye verirdim.” [30] demiştir. Sırada kimilerince gümüş, kimilerince bakır yıllar vardır. Demokrat Parti, denk bütçeye uymadığı için tenkit edilmiştir. Denk bütçe, harcamaların ile gelirlerin birbirilerine eşit olması anlamına gelmektedir. Ancak uygulamada bunu tutturmak zordur. Ayrıca bütçeyi denkleştirmeye çalışmak, ekonomik büyüme üzerinde sıkıntılar yaratabilmektedir. CHP döneminde yatırımlara girişilmeyip daha az riskli bir ekonomik politika güdüldüğü için denk bütçe sağlanmıştır. Fakat Demokrat Parti döneminde kağıt üzerinde bütçede açık vardır. Demokrat Parti yöneticileri, denk bütçeyle yatırımların bir arada olamayacağı görüşündedirler. Yine Adnan Menderes, 1956’da mecliste yaptığı bir konuşmada denk bütçede ısrar edilmesi halinde yatırım yapılamayacağını söylemiştir. Halk Partisi’nin denk bütçede ısrar ederek hata ettiğini; ülke ve millet olarak bunun acılarının çekildiğini, uzun seneler üretimde hiç artış sağlanamadığını belirtmiştir: “Muhterem İsmet Paşa’nın “ilk hedefimiz 500 bin balya” diye pamuğa hedef göstermesine rağmen ve aradan 10-15 sene geçmesine rağmen istihsal miktarının kayda değer bir yükseklik göstermemesi çok şayanı dikkattir. (...) Liman, demir yolu, fabrika yapmak; ziraata teknik usulleri koymak lâzımdır. Bunları yapmadan zengin olacaksın... Böyle bir şey mümkün değildir. Amerika denk bütçe mi yapıyor ki benim gibi fukara denk bütçe getirecek? Amerika’nın devlet borçlarının faizi, bütçelerinin hasılat yekûnunun % 13’ünü teşvik ediyor. Borç yalnız bu memlekete mahsus bir şey değildir.” [31]

Adnan Menderes’in oğlu Aydın Menderes de aynı kanaattedir ve o dönemi kısaca şöyle izah etmektedir: “1960’a gelindiğinde ekonomik sıkıntılar vardır. 1950’den sonra da ekonomik sıkıntılar vardır, doğaldır. Olmasaydı Demokrat Parti hiçbir şey yapmamış olurdu zaten. Denk bütçe ile de gelinir, dış ticaret de denkleştirilir. Bütün bunların hepsi olur ama bin yıl daha fukara bir Türkiye kalır. Gelişmeye karar vermek demek, dengeleri bozmaya karar vermek demektir.” [32] Menderes bir başka meclis konuşmasında şöyle konuşmuştur: “Batı dünyası uzaya çıkmak için atom devrini yaşıyor. Türkiye’de ise “iki çimento fabrikası fazladır” diye münakaşa ediliyor. Tıpkı 25 seneden beri yapıldığı gibi. Acınacak şey bu. O, rehavet içinde bulunan miskin hükümetlerin kârıdır ve kolaydır. Denilir ki, “sen bu kadar yiyeceksin, kontenjanın takas aldığın kadar satacaksın, sattığın kadar alacaksın...” ekmek bulamadık, buğdayın kilosu 150 kuruşa çıktı. Bu kadar süfli ve sefil bir istihsal seviyesine düştük. Biz, medeni alemle aramızdaki farkı kapatmaya çalışıyoruz. Türk milleti bunu bilsin.” [33] Celal Bayar ise bu durumu şöyle açıklamıştır: “Bütün bunlar yarın için bize daha fazla menfaat temin edecek unsurlardır ve elimizden çıkmış bir madde değildir. Bazılarının zannettikleri gibi dudak boyasına verilmiş para değildir. Memleketin esas ve millî sermayesini teşkil etmektedir. İhracatımız 1949 yılında 997.000 tondu. Bu miktar 1953 yılında 2.450.000 tona yükselmiştir.” [34] Menderes yapılan yatırımları savunmaktan ve sürdürme hevesini beyan etmekten geri kalmamıştır: “Bir de tediye muvazenemiz (ödeme dengesi) var. Elbette açık olacaktır beyler. Yani biz sattığımız kadarını almak gibi senelik tahditlere (sınırlamalara) kendimizi mahkûm edecek olursak 10 sene, 20 sene sonra Türkiye’nin bulunduğu yerden bir arpa boyu ileri gitmesi mümkün olmazdı. Bizim politikamız bu değildir. Biz yarın çimentoya para vermeyeceğiz, biz yarın şekere, tekstile para vermeyeceğiz, şuna, buna para vermeyeceğiz.” [35] Demokrat Parti kurucularından Refik Koraltan da benzer şekilde konuşacaktır: “Az zamanda çok iş yaptık. Öyle ki, 6-7 senede 70-80 senelik netice alındığını iftiharla gördük. Yol, fabrika, baraj, modern vasıtalarla elde ettiğimiz mahsulün korunması için silolar ve lüzumlu istihlâk maddelerimizi kendimizin elde etmesi için daha bir yığın faydalı tesisler baş döndürücü bir hızla çoğaldı. Bu arada borçlanmak da mukadderdi ve borçlanıldı.” [36]

Altın stokları: Hazinedeki altın stokları, Demokrat Parti ve CHP arasında yıllarca mecliste tartışma konusu olmuştur. CHP, altın stoklarının erimesinden dolayı Demokrat Parti’yi suçlamıştır. Demokrat Parti ise stoğun düşmesini normal karşılamış, altınların elde tutulması sebebiyle halkın yokluklar içinde bırakılmasını doğru bulunmamıştır. Demokrat Parti milletvekili, mecliste yaptığı konuşmada şöyle demiştir: “Halkın harp yıllarında ızdırabından doğan en zaruri ihtiyaç maddelerini ithal etmemekten doğan birikmiş altının yarısını, nihayet istihlak maddelerini bulmak zorunda kaldıkları için kullandılar. Kaç senede? Üç sene içinde altının yarısını kullandılar.” [37a] Aynı iddialar için Maliye Bakanı Hasan Polatkan mecliste yaptığı konuşmada harbin devamınca büyük yokluklar pahasına bir miktar altın biriktirildiğini fakat milletin ıstıraplarının çok arttığını söylemiştir. Bu altınların mühim bir kısmının Halk Partisi iktidarı zamanında ülkenin ekonomisini büyütecek kalemler için değil de tüketim malzemeleri için harcandığını belirtmiştir. Polatkan, konuşmasının bir kısmında şöyle demektedir: “Halk Partisi sözcüsü memleket sathında bugün hiçbir eseri kalmamış olan müstehlik (tüketici) maksatlara sarf edilen altınlardan bahsetmiyor da fabrikalar kurmak, limanlar inşa etmek, silolar yapmak gibi verimli maksatlarda kullanmak için faydalandığımız altınlardan bahsediyor.” [37b] Demokrat Parti yatırımlarının kısa vadede getirdiği avantajlar kadar dezavantajlar da olmuştur. Vaziyet, CHP’li vekillerin ürktüğü kadar vardır. 1954’ten itibaren döviz sıkıntısıyla birlikte bazı ithal tüketim mallarının piyasada yokluğu görülmüştür. Çivi bulunamamış; kahve, çay sıkıntısı çekilmiştir. Fakat Demokrat Parti yönetimi bunun zaruretten kaynaklandığını düşünmüştür.

Enflasyon: Demokrat Parti’nin on yıllık döneminde ortalama enflasyon oranı %8.6’dır. 1950-54 döneminde para arzındaki genişleme, üretim arttığı sürece bir sorun oluşturmamıştır. Ancak daha sonraki dönemlerde üretim düşünce para arzı yüksek kalmış ve enflasyon başlamıştır. Özellikle tarım alanındaki dev büyümenin bir benzeri bir başka sektörde yakalanamamıştır. [14c] Menderes enflasyonu da yatırımların doğal sonucu olarak görmüştür. Enflasyonsuz yaşayarak yatırım yapmamaktansa, enflasyonla yaşayarak yatırım yapmayı tercih etmiştir. “Yatırımlar, üretebilir hale geldikten sonra devlet bütçesi güçlenecek; enflasyon düşecek, yokluklar tamamen ortadan kalkacak” demiştir. Şubat 1956’da pahalılıkla ilgili olarak muhalefete verdiği cevapta; halka “şekeri vesika ile yiyeceksiniz” denilemeyeceğini, kendilerine fabrikaların gösteriş fabrikalarıdır denildiğini, halbuki o fabrikaların yarın imdada yetişeceğini söylemiştir. Sözlerine devam ederek, “Bugün 30-40.000.000 dolar sadece şeker ihtiyacı için kullanmak mecburiyetinde kalacaktık. Demir için de bir o kadar. Çimentoyu, şekeri, buğdayı, hatta mangal kömürünü dışarıdan getiren memleketlerin bellerini doğrultmalarına, gelişmelerine, düzelmelerine imkân ve ihtimal yoktur.” demiştir. [38] Bir görüşme esnasında Demokrat Parti vekili, memlekette darlık olduğunu ve yatırım politikasına bir parça ara vererek memlekete nefes aldırmak gerektiğini söylemiştir. Menderes bu görüşe hiç katılmamış; yatırımları durdurmayacağını, selâmet sahiline ancak bu yolla varılabileceğini heyecanla ve biraz da hiddetle anlatmıştır. [39] Zaman, Menderes’i haklı çıkaracaktır. Yatırımların plan ve program çerçevesinde yapılmadığı görüşü çürümüştür. Geçen zaman göstermiştir ki o tarihte kurulan sanayi tesisleri, Türkiye’nin geleceğinde büyük bir ihtiyaca cevap vermiş ve ihracatımızdaki büyümeyi önemli ölçüde etkileyen bir faktör haline gelmiştir.

Yolsuzluk: Zaman geçtikçe Demokrat Parti vekillerine dair yolsuzluk iddiaları ayyuka çıkmıştır. Yolsuzluklar nedeniyle bir grup vekil ayaklanmış ve kabinenin istifasını istemiştir. Menderes sorumluluğu üzerine alarak istifa etmiştir fakat istifası Celal Bayar tarafından kabul edilmemiş ve görevine geri dönmüştür. Eski bakanların çoğu soruşturmaya tabi tutulmuştur. Menderes, yeni bakanlarla yoluna devam etmiştir. Tüm bu yaşananlara rağmen Menderes, Cumhuriyet dönemi Türk siyasi tarihinde adının üzerine yolsuzluk iddiaları hiç bulaşmamış başbakanlardan olmuştur. Siyasetçiler ve tarihçilerce Menderes’in yolsuzluğa karışmadığı konusunda konsensüs oluşmuştur. Örtülü ödeneğini dahi kuruşu kuruşuna tutmuştur. Yassıada davalarında, örtülü ödenek dosyasında bir cımbız faturası bulunmuş, “işte, sevgilisine örtülü ödenekten cımbız aldırıyor” lafı yakıştırılmıştır. Talat Asal şöyle demiştir: “Cımbız allanmış, pullanmış, gazetelerin manşetlerine, köşelerine yerleştirilmiş. Yazarların kalemlerinden kan damlamıştır. Cımbız niçin alınmış biliyor musunuz? Başbakanlığın aşçıbaşısına, tavuğun kıllarını temizlemesi için.” Demokrat Parti’ye muhalefeti ile bilinen Adnan Menderes ile çağdaş olan ünlü bürokrat ve yazar Şevket Süreyya Aydemir, Adnan Menderes’in yolsuzluk hakkında şunları aktarmıştır: “Menderes, konuşmaları yolsuzluk konularına kayınca, birden sertleşti ve yumruğunu masaya vurur gibi dikleşerek haykırdı. Aynen şunları söyledi: “Çalıyorlar birader, çalıyorlar. Ne diyeyim, Allah belalarını versin! Ama ben ne yapayım? Ben başvekilim, müfettiş değilim ki!” Adnan Bey’in o sıradaki içten gelen isyan ve lâneti hâlâ kulaklarımda çınlar.” [40]

------------------------------

Yazıda üzerinde durulduğu gibi Demokrat Parti yönetimi sırasında birçok zorunlukla baş etmiştir. Ancak ekonomideki değişim ve ilerleme görülen tüm olumsuz unsurlara rağmen yürütülmüştür. Bu olumsuz unsurlar şunlardır:

 

1-) Soğuk savaş içinde bulunulması nedeniyle Demokrat Parti’nin her yıl devlet bütçesinin yüzde 30 kadarını milli savunma giderlerine ayırması gerektirmiştir.

2-) 1952’de Kore Savaşı’nın sona ermesi; savaş konjonktürünün kalkması sebebiyle ihraç mallarımızın fiyatı yarı yarıya düşmüştür.

3-) 1954-58 yıllarında, Anadolu’da her 30 senede bir tekerrür eden kuraklık baş göstermiştir.

4-) İmkanların aşıldığı gerekçesiyle Dünya Bankası, IMF, iktisadi iş birliğinin uzun seneler anlayış göstermemiştir. Mecburen krediler kısılmış, yatırımların ivmesi düştü, fiyatlar artmış ve iş hacmi daralmıştır.

5-) Dışa bağımlılık ana muhalefeti ürkütmüştür. “Devleti satıyorlar” söylemleri nedeniyle kamuoyu etkilenmiştir. Demokrat Parti, ekonomide alınan radikal kararlardan geri adım atmak zorunda kalmıştır. [41]

 

Demokrat Parti Liberal miydi?


Demokrat Parti liderleri özel teşebbüsün gelişmesine önem vermiş ve Liberal ekonomik politika yanlısı olduklarını her ortamda söylemişlerdir. Ancak o günün Türkiye’sinde özel teşebbüsün elinde yeterli sermaye ve yetişmiş insan gücü yoktur. Karma ekonomi politikasına geçmek zorunda kalınmıştır. Bu politikalarının bazıları serbest piyasa yapısıyla taban tabana zıt uygulamalardır. Kamu yatırımları, devlet eliyle açılan fabrikalar haricinde, yalnızca milli korunma kanunu bile devletçi politikaların en büyük göstergesidir. Enflasyonla beraber piyasayı ele almaya çalışan hükümet, faturası ne olursa olsun, bir malın, hükümetin belirlediği fiyattan satılması zorunluluğunu getirmiştir. [42] İlk beş yılında yabancı sermayeyi teşvik kanunu, serbest bölgeler kanunu gibi bir takım Liberal iktisat politikalarıyla uyumlu kanunlar çıkarılmıştır. Fakat sadece birkaç kanuna bakarak 10 yıllık bir süreci Liberal ekonomik düzen olarak nitelendirmek doğru olmayacaktır. Ayrıca Demokrat Parti’nin ekonomik gelişim ile elde ettiği halk desteğinin getirdiği güç zehirlenmesi sonucunda iktidarının ikinci döneminde siyasi olarak Liberalizm’e aykırı işler yaptığı da unutulmamalıdır.

----------------------------

 

Kaynaklar:

 

[1] Türk Demokrasisinin Analizi, Haz. Hurşit Güneş, Ümit Yayıncılık, Ankara 1996, s. 85.

[2] Çelebi, Esat (2002), “Atatürk’ün Ekonomik Reformları ve Türkiye Ekonomisine Etkileri 1923-2003”, Doğuş Üniversitesi Dergisi, (5): 17-50.

[3] İsmail Cem, Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, 7. Baskı, Cem Yayınevi, İstanbul 1979, s. 361.

[4] Eroğul, Cem (2003), Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi (Ankara: İmge Kitabevi Yayınları, 4. Baskı).

[5] TBMM Zabıt Ceridesi, D: 10, C: I, Tarih: 24.5.1954.

[6] Cüneyt Arcayürek, Yeni İktidar Yeni Dönem, s. 178.

[7] Adnan Menderes 28 Nisan 1954’te Taksim’de Yaptığı Bir Konuşma, Menderes Konuşmaları, 536.

[8] X. Devre, 16 Mayıs 1956, İnikat 64, Celse: 1, Cilt: 11, s. 348.

[9] İlber Ortaylı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 2018.

[10] Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyet’inde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923–1931), Ankara: Yurt Yayınları, No: 1, 1981; Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul: İletişim Yayınları, 2006.

[11] Celal Bayar, Başvekilim Adnan Menderes, Der: İsmail Bozdağ, 1. Basım, Baha Matbaası, 1969, s. 137.

[12] Tevfik Çavdar, Türkiye Ekonomisinin Tarihi 1900–1960, Ankara: İmge Kitabevi, 2003, s. 337

[13] Çağlar Keyder, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, 13. Baskı, İstanbul: İletişim, 2008, s. 162.

[14] https://www.trthaber.com/haber/ekonomi/adnan-menderes-onculugunde-tarim-devrimi-yasandi-487615.html

[15] Ronnie Margulies ve Ergin Yıldızoğlu, “Tarımsal Değişim”, İçinde, Gelişme Sürecinde Türkiye, Der: Irwin Cenil Schick ve Ertuğrul Ahmet Tonak, Bilim Dergisi, İstanbul: Belge Yayınları, 5. Baskı, 2006, s. 298.

[16] Keyder, Çağlar. “İktisadi Gelişme ve Bunalım”, İçinde, Geçiş Sürecinde Türkiye, Der: Irwin Cemil Schick ve Ertuğrul Ahmet Tonak, 5. Baskı, Bilim Dergisi, İstanbul: Belge Yayınları, 2006.

[17] 1953 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Bütçe Komisyonu Raporu, Ankara, 1953, s. 4; Ali Esen Minkari, 1950-1960 Yıllarında İktisadi Kalkınma ve Gelişme, Ankara, Tarihsiz, s. 19-37.

[18] TBMM Zabıt Ceridesi, D: 10, Cilt: VIII, s. 251; Cem, Çakmak, “1950’li Seçimler ve Demokrat Parti”, Tarih ve Toplum, E. IX, s. 53, (Mayıs 1988), s. 26; Serdar Turgut, Demokrat Parti Döneminde Türkiye Ekonomisi (Ekonomik Kalkınma Süreçleri Üzerine Bir Deneme), Ankara, 1991, s.189. Ahmad, Modern Türkiye’nin Oluşumu, (Çeviri: Yavuz Alogan), Ankara, 1995, s. 165.

[19] Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, Cilt: 2, 11. Baskı, Tekin Yayınevi, İstanbul 1978, s. 887.

[20] Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam (1950-1964), Cilt: 3, s. 153.

[21] XI. Dönem, 27 Şubat 1960, İnikat 49, Celse: 4, Cilt: 12-1, s. 915.

[22] Gül Tuba Dağcı, Osmanlıdan Cumhuriyete Ordu Siyaset İlişkisi 27 Mayıs 1960 Darbesi, İlgi Yayınları, İstanbul, 2006, s. 32–33.

[23] Ahmad, Feroz, Demokrasi Sürecinde Türkiye, s. 134 - 135; 1956 yılında faaliyete geçen fabrikalar (ek- 7); ve (ek- 14).

[24] Mustafa Albayrak, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960), Phoenix Yayınevi, Ankara, 2004 s. 313 - 315; ayrıca Bkz: Kim, Cilt: 1, Sayı: 14, 29 Ağustos 1958, s. 17 - 21.

[25] Çataltaş, İhsan; “Türkiye’de Kimya Sanayii ve Gelişimi”, Cumhuriyet Döneminde Türk Sanayiinin Gelişmesi Sempozyumu Bildirileri, İstanbul Teknik Üniversitesi, 23 - 26 Kasım 1981 s. 12.

[26] Kaya Turgut, Cumhuriyet Döneminde İlaç Endüstrisindeki Gelişmeler, Cumhuriyet Döneminde Türk Sanayiinin Gelişmesi Sempozyumu Bildirileri, İstanbul Teknik Üniversitesi, 23-26 Kasım 1981, s. 5; Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, Cilt: 2, s. 876.

[27] Milliyet, 11 Ocak 1956; Milliyet, 1 Eylül 1956.

[28] Abdulkadir Baykal ile Yapılan Sohbet, 11 Nisan 2003 [971] Abdulkadir Baykal ile Yapılan Sohbet, Konya 22 Temmuz 2003.

[29] Taha Akyol, Nurşen Mazıcı ile “Eğrisi Doğrusu”, CNN Türk TV, 11 Mayıs 2001.

[30] Taha Akyol, Milliyet 12 Mayıs 2002; Milliyet 20 Temmuz 2002.

[31] X. Devre, 22 Şubat 1956, İnikat 41, Celse: 1, Cilt: 10-2, s. 457.

[32] Avni Özgürel, Kader Anı Programı, TRT TV, 2 Mayıs 2000.

[33] X. Devre, 16 Mayıs 1956, İnikat 64, Celse: 1, Cilt: 11, s. 346.

[34] Celal Bayar’ın Seçim Kampanyalarındaki Söylev ve Demeçleri, s. 82-83.

[35] Adnan Menderes’in Konuşmaları, Haz: Mustafa Doğan, Cilt: 2, Ekicilik Matbaası, İstanbul 1957, s. 170.

[36] Refik Koraltan, Bir Politikacının Anıları, Haz: Çoşkun Ertepınar, Hacettepe Taş Kitapçılık, Ankara 1999, s. 276.

[37] XI. Devre, 21 Şubat 1960, İnikat 43, Celse: 1, Cilt: 12-1, s. 136.

[38] X. Devre, 27 Şubat 1956, İnikat 46, Celse: 1, Cilt: 10-3, s. 652.

[39] Rıfkı Salim Burçak, On Yılın Anıları, s. 552-553.

[40] Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, Cilt: 3, s. 241-242.

[41] Serdar Turgut, Demokrat Parti Döneminde Türkiye Ekonomisi (Ekonomik Kalkınma Süreçleri Üzerine Bir Deneme), Ankara, 1991, s. 189. Ahmad, Modern Türkiye’nin Oluşumu, (Çeviri: Yavuz Alogan), Ankara, 1995, s.168.

[42] Zafer, 25 Kasım 1957.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

19 Sistemi Nedir? - Eleştiriler ve Cevaplar

Sudur Teorisinin Gelişimi

Kuran'da Faiz Haram Mı?